9786258411942
510854
https://www.merkezkitabevi.com/baskasi-ve-siddet
Başkası ve Şiddet
140.24
Devletin kuruluşu bireyler için düzen ve güvenliği olanaklı kılsa da şiddetin tamamıyla ortadan kalkmasını sağlamamıştır. Bugün uygar dünyayı tanımlarken siyasal referansımız genelde liberal ve parlamenter demokrasilerdir; siyasal olanın özünü ise ‘özgürlük' ve ‘müzakere' kavramları belirler. Ancak demokrasiler de dâhil bütün rejimlerin siyasal alanını oluşturan ögeler içerisinde güç karşılaşmalarına ve çatışmalara tanık oluruz.
Hannah Arendt, 20. yüzyılın savaş ve devrimlerin, dolayısıyla şiddetin yüzyılı olduğunu ifade eder. Felsefesinde özellikle şiddetin ve kötülüğün sıradanlaştırılmasına, günlük yaşamın olağan bir parçası olarak görülmesine itiraz eder. Schmitt, siyasal olanın merkezine ‘gücü' yerleştirir. Ona göre bir halk kendini düşman olarak tanımlanan üzerinden tanımlar. Walter Benjamin, hukuk ve adalet arasında kurduğu ilişki ile şiddeti mitik, ilahi ve mesiyanik tavır üzerinden okur. Nazi kamplarında tutsak olmuş bir Yahudi olan Levinas, İkinci Dünya Savaşı sırasında yaratılan şiddet ve yaşatılan trajedinin temelinin ‘akıl' ve ‘Ben' merkezli Batı felsefe geleneğinde olduğunu öne sürer. Ricouer'ün felsefesinde şiddet “Ahlaksal sorumluluğu taşıyan kimdir?” sorusu üzerinden ele alınır. Derrida, yasanın gücü ile şiddet arasındaki ilişkiye odaklanır.
Bu kitap, Schmitt'ten Derrida'ya başkası ve şiddet kavramlarının felsefi serüvenini ele almaktadır. “Filozofların Gözünden” serisi tüm okurlar için kılavuz niteliğindedir.
Hannah Arendt, 20. yüzyılın savaş ve devrimlerin, dolayısıyla şiddetin yüzyılı olduğunu ifade eder. Felsefesinde özellikle şiddetin ve kötülüğün sıradanlaştırılmasına, günlük yaşamın olağan bir parçası olarak görülmesine itiraz eder. Schmitt, siyasal olanın merkezine ‘gücü' yerleştirir. Ona göre bir halk kendini düşman olarak tanımlanan üzerinden tanımlar. Walter Benjamin, hukuk ve adalet arasında kurduğu ilişki ile şiddeti mitik, ilahi ve mesiyanik tavır üzerinden okur. Nazi kamplarında tutsak olmuş bir Yahudi olan Levinas, İkinci Dünya Savaşı sırasında yaratılan şiddet ve yaşatılan trajedinin temelinin ‘akıl' ve ‘Ben' merkezli Batı felsefe geleneğinde olduğunu öne sürer. Ricouer'ün felsefesinde şiddet “Ahlaksal sorumluluğu taşıyan kimdir?” sorusu üzerinden ele alınır. Derrida, yasanın gücü ile şiddet arasındaki ilişkiye odaklanır.
Bu kitap, Schmitt'ten Derrida'ya başkası ve şiddet kavramlarının felsefi serüvenini ele almaktadır. “Filozofların Gözünden” serisi tüm okurlar için kılavuz niteliğindedir.
Devletin kuruluşu bireyler için düzen ve güvenliği olanaklı kılsa da şiddetin tamamıyla ortadan kalkmasını sağlamamıştır. Bugün uygar dünyayı tanımlarken siyasal referansımız genelde liberal ve parlamenter demokrasilerdir; siyasal olanın özünü ise ‘özgürlük' ve ‘müzakere' kavramları belirler. Ancak demokrasiler de dâhil bütün rejimlerin siyasal alanını oluşturan ögeler içerisinde güç karşılaşmalarına ve çatışmalara tanık oluruz.
Hannah Arendt, 20. yüzyılın savaş ve devrimlerin, dolayısıyla şiddetin yüzyılı olduğunu ifade eder. Felsefesinde özellikle şiddetin ve kötülüğün sıradanlaştırılmasına, günlük yaşamın olağan bir parçası olarak görülmesine itiraz eder. Schmitt, siyasal olanın merkezine ‘gücü' yerleştirir. Ona göre bir halk kendini düşman olarak tanımlanan üzerinden tanımlar. Walter Benjamin, hukuk ve adalet arasında kurduğu ilişki ile şiddeti mitik, ilahi ve mesiyanik tavır üzerinden okur. Nazi kamplarında tutsak olmuş bir Yahudi olan Levinas, İkinci Dünya Savaşı sırasında yaratılan şiddet ve yaşatılan trajedinin temelinin ‘akıl' ve ‘Ben' merkezli Batı felsefe geleneğinde olduğunu öne sürer. Ricouer'ün felsefesinde şiddet “Ahlaksal sorumluluğu taşıyan kimdir?” sorusu üzerinden ele alınır. Derrida, yasanın gücü ile şiddet arasındaki ilişkiye odaklanır.
Bu kitap, Schmitt'ten Derrida'ya başkası ve şiddet kavramlarının felsefi serüvenini ele almaktadır. “Filozofların Gözünden” serisi tüm okurlar için kılavuz niteliğindedir.
Hannah Arendt, 20. yüzyılın savaş ve devrimlerin, dolayısıyla şiddetin yüzyılı olduğunu ifade eder. Felsefesinde özellikle şiddetin ve kötülüğün sıradanlaştırılmasına, günlük yaşamın olağan bir parçası olarak görülmesine itiraz eder. Schmitt, siyasal olanın merkezine ‘gücü' yerleştirir. Ona göre bir halk kendini düşman olarak tanımlanan üzerinden tanımlar. Walter Benjamin, hukuk ve adalet arasında kurduğu ilişki ile şiddeti mitik, ilahi ve mesiyanik tavır üzerinden okur. Nazi kamplarında tutsak olmuş bir Yahudi olan Levinas, İkinci Dünya Savaşı sırasında yaratılan şiddet ve yaşatılan trajedinin temelinin ‘akıl' ve ‘Ben' merkezli Batı felsefe geleneğinde olduğunu öne sürer. Ricouer'ün felsefesinde şiddet “Ahlaksal sorumluluğu taşıyan kimdir?” sorusu üzerinden ele alınır. Derrida, yasanın gücü ile şiddet arasındaki ilişkiye odaklanır.
Bu kitap, Schmitt'ten Derrida'ya başkası ve şiddet kavramlarının felsefi serüvenini ele almaktadır. “Filozofların Gözünden” serisi tüm okurlar için kılavuz niteliğindedir.
Iyzico ile güvenli ödeme
Taksit Sayısı | Taksit tutarı | Genel Toplam |
---|---|---|
Tek Çekim | 140,24 | 140,24 |
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.